12 Ağustos 2017 Cumartesi

Bir ve ilk seyahat öyküsü Prag - I

Ekim 2016
Seyahate çıkmamın nedeni yeni öykülerimin olmasını istememdir; başlangıcını benim belirlediğim, ama gidişatı tamamen süpriz olan öyküler...Haritada görmesi gereken yerleri işaretleyip, hedefe yönelmek benlik bir durum değil kesinlikle.Bir şehri göreceksem eğer, nasıl bir ruhu, karakteri olduğunu merak etmemdendir. Mesele en çok iç güzelllik yani :)
Bu yazıda Prag da ne yenir, ne içilir, nerde kalınırdan cok kendi Prag öykümü anlatacağım. 
Prag a neden gittim? Kendime kafa tutmak istedim diyebilirim :) Yapayalniz kalacaktım, kendimden başka tanıdıgım hiç kimse olmayacaktı, ve dolayısıyla kendimden başka gerçek anlamda güvenebileceğim kimsede olmayacaktı. Insan bunu neden ister ki? diyeceksiniz. Bazen o kadar karışırki ruhun, fabrika ayarlarına dönmen gerektiğini hissedersin. Bunu da ancak ve en güzel yalniz yapılan bir seyahatle gercekleştirebilirsin.Hele gittiğin yer bir masal şehriyse..
Trene binip, sekiz saatlik Prag yolculuğuma başladım. Kompartımanımda, kırk yaşlarında alman bir çift vardı ve atmış yaşlarında bir ingiliz çift. Zaten seyahata yalnız çıkan cok insana rastlamazsınız :) Yalnız seyahat edenlere şaşırır insanlar, avrupalı bile şaşırır :)
Alman çiftin pek bir memur hali var. Romantik bir Prag gezisine çıktıklarını ellerinde ki Prag gezi rehberi olmasa anlayamazdım. Herseyi önceden ince ince planlamışlar, tekrar ezber geçiyorlardı. Ingiliz yaş almış çift pek bir şekerdi. Dışarıya dönüklerdi, sohbet etmeye bayılıyorlardı. Bense hiç tanımadığım bir ülkeye yalnız başıma seyahat etmekten kaynaklı biraz heyecanlı, biraz tedirgindim.  "Ya ne işin var Allah ın Çek in de ! Otursaydın evinde." diyordu iç sesim. 
Almanya sınırlarından çıktı tren. Tren anonsu olmazsa bile anlaşılıyordu bu zaten; birden yeşillik bitti, beton basladi çünkü. Ama önce dağlar geldi. Yeşilden bıkılır mıydı? Bıkılmazdı tabii, ama Almanyanın    yeşilliği, bordo evleri, yol boyunca sarı tarlalarından sonra, baska renkler, hatta gri beton bile farkli geliyordu. Farklı renkler görmek hem göze hem beyne iyi geliyordu :) Dağların kahverengisinden sonra gelen betonlarin grisi heyacanladırmıştı beni. 
Derken Prag in merkezi tren istasyonuna vardık. Ingiliz çiftle birlikte indik trenden. Büyük ve kalabalık olan bu istasyonda durdum, etrafa şaşkın şaşkın bakıyordum. Ingiliz amca, "Burada mı yaşıyorsun?" diye sordu endişeli bakışlarla. Nereye gideceğini bilmeyen birine bakar gibi bakıyordu, haksızda sayılmazdı:) "Hayir" dedim gülümseyerek. Yüremeye basladım. Oteli tren istasyonuna yakın tutmustum özellikle. Tramvayla iki durak gitmem gerektiğini biliyordum sadece. Ama bu kadar büyük ve karışık bir istasyonla karşılaşacağımı hesaba katmamıştım. Sora sora buldum tramvayı.  
Otelim, alman turistlerin yoğunlukta oldugu güzel bir oteldi. Sunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, gördüğüm en temiz oteldi. Buna cok sevindim. Aslında Prag a gidip, turistik bölgelerde ki hostellerde kalmakta vardı. Buralarda bilindiği üzere, bir cok   kişi birarada kaliyor ve oldukça ucuzlar. Ama maalesef cesaret edemedim.
Otelden ciktim, hemen yanında ki pizzacıya gittim. Sebzeli pizza istedim. Gelen pizzada koca koca patlıcan parçaları vardi. Pizzada patlican ? :) O an anladim ki, mutfak zevkleri pek bir farkli. Ama pizzacida calisan Prag lilar, cok nazik, samimi insanlardi.Bu halleri "iyi yaptin ya gelmekle, burasi iyi bir sehir, endiselenme artik" hissi verdi bana. Icim rahatladi biraz. Mutfakta calisan, önlügü unlu genc bir adam, ayakta durmus, elinde bir kitap okuyordu. Gorki romanlarinda bir kahramana benzettim o an :)
Sabah kahvaltiya indigimde gözlerime inanamadim. Yemek salonu, eski bir tiyatro salonundan bozmaydi. Sahne hala duruyordu. Eski bir film sahnesinde gibiydim. Bu sarhosluk, kahvaltinin yabanciligiyla dagildi biraz :) Bizim bildigim gibi peynir cesitleri falan yoktu. Daha cok sosisler, yumurta ve soslar vardi. Dogu Avrupanin agir bir mutfagi var zaten. Akdeniz mutfagiyle alakasi yok dogal olarak.
Yola ciktim erken saatte. Pek plansiz bir gezgin oldugumdan (!), elimde sadece otelden aldigim bir turist haritasi vardi.  Merkezi tren istasyonun gidip bir PragCard almak istiyordum. Bu sayede müzelere falan uygun girmeyi düsünüyordum. Daha sonra bu kartin heryerde gecmedigini gördüm. Tek faydasi tüm gün gecerli yolculuk bileti yerine gecmesiydi. Yine de ödedigim paraya degdimi bilmiyorum.
Tramvaya binmedim yürüdüm. Nasil olsa iki durak, kaybolmam diye düsündüm. 
Kayboldum tabii ki. Yol sormak icin durdurdugun iki kisiden biri turistti ve yolu bilmiyordu. Prag lilarda ingilizce bilmiyorlardi. Prag da ingilizce bilene rastlamanin zor oldugunu sonradanda gördüm.
Bir sekilde buldum tren istasyonunu. Kartida aldim. Prag da internete baglanabileceginiz bir cok kafe vs. bulabiliyorsunuz. Google map den yol tarifi alip sehrin merkezine dogru yola ciktim. Müze gezmeyi cok sevdigimden, milli müzeden basladim gezmeye. Oraya dogru yürürken cektigim ilk meydan resmidir :)
Prag Milli Müzesi / Narodni Muzeum Praha
Prag
Buradan yürüyüp Milli Müzeye, Narodni Muzeum a, geldim. Kafasinda bir sapka yalniz bir sekilde müze gezen, bu genc ve yabanci kadini, müze güvenlikleri pek bir gözetim altinda tuttular :) Onlarda hakliydi, cünkü müzede yalniz gezen tek kisi bendim. Müzenin, acikca söylemek gerekirse pek bir numarasi yoktu. Hatta benim acimdan zaman kaybiydi. Vahsi hayvanlarin birebir maketleri sergileniyordu bir katinda, orasi ilgimi cekti. Gel canim bir selfie cekinelim :)

Buradan asil gezilmesi gereken Old City e dogru yola ciktim. Karl Köprüsü, Prag Kalesi ve Astronomik saati mutlaka görmeliydim. Ama nerde olduklarini ve nasil gidecegimi hic bilmiyordum. Üstelik elimde ki, otelden aldigim haritada cekceydi :) Birseyler isaretlenmisti ama, oranin kalemi, kilesemi ne oldugu belli degildi. Iyi ve planli bir gezgin degildim yani. Sonunda ayaklarimin götürdügü yere dogru yürümeye karar verdim.
 Ayaklarim beni dogru bir yere götürdü. Sonradan ögrendim ki Karl köprüsünün üstündeydim :) 
Prag Köprüsü
Heryerde turist gruplari ellerinde harita dolasiyorlar. Ya da cep telefonundan adres ariyorlardi. Turistlerden olusan bir sehir vardi karsimda sanki. Türkiyeden gelmis turlar veya kücük arkadas gruplarina rastladim. Haritadan bagimsiz yürümeye karar verdim. Turistik bölgede kafelerin, dükkanlari oldugu bir sokaktan gecerken, iki genc kizin türkce konustugunu duydum. Durdum, selam verdim. Sasirdilar :) Tanistik, sonra corbaciya gittik :)
Prag Yemek Gulas Corbasi
Bu gulas corbanin mutlaka tadilmasi gerektigini instagramdan okumustum. Kizlarda zaten denemek istediklerini söylediler. Tadi kiymali ezo gelin corbasina benziyor. Kiymali yamekleri sevmem ama cok begendim. Yemek demisken, Prag in bence pahali bir sehir oldugunu söylemem gerek. Heryer pahali ve gercekten yüksek bütceli insanlara hitap eden restoranlarla dolu. Benim gibi fakirler icin cok alternatif yok:) Karsilastirmak gerekirse, bir Viyana gibi bütün bütcelere uygun mekanlarla cok karsilasmiyorsunuz turistik yerlerde.
Corbaminizi icerken kizlarla hikayelerimizi paylastik. Eskisehir Üniversitesi nde okuduklarini anlattilar. Polonya-Prag-Viyana rotasinda geziyorlardi. Cesaretlerini cok takdir ettim. Ellerinde bir harita disiplinli ve planli bir sekilde görülmesi gereken yerleri görüyorlardi. Benim yolumu kaybedip, basimi alip gezmelerimi  yadirgadilar biraz sanirim :)
                                      Sonra hep beraber John Lennon Duvarina gittik.
John Lennon Duvari / John Lennon Wall
Harika bir görüntüydü. Kalabalik elinde kalem, duvara birseyler yaziyordu herkes. Bende tükenmez kalemle :) adimi ve dünyanin en güzel cümlesini yazdim:

"Yeter ki kararmasin, sol memenin altindaki cevahir." 

John Lennon Duvari

Kizlarla vedalastik. Prag Kalesine cikmami  tavsiye ettiler. Zaten gezilip görülmesi gereken yerler birbirine cok uzak degil. Yürüyerek uzun bir tepeyi cikmaya basladim. Aylardan ekimdi ve hava yagmurluydu. Prag in gercekten soguk sert bir havasi var. Özellikle geceleri hava sicakligi birden düsüyor.
Yagmur altinda tepeyi ciktim. Tepede bircok turistik mekan var. Müze, saray, kale vs. Onlari gezmeye basladim. Prag Sarayi nin önünde uzunca bir kuyruk vardi. Tabii ki beklemedim :)
Kendime daha kücük bir saray-müze begendim, onu gezdim. Sövalyelerin kalesi: :)

 Müzede gercek bir ortacag havasi vardi. Bir balik burcu olarak hemen hayal kurmaya basladim. Bir prensesdim ve burasi benim kalemdi. Pencerenin önüne oturdum ve atinin üstünde gelecek olan sövalyemi beklemeye basladim:)

Tepeden asagiya tekrar köprünün oraya indigimde hava kararmisti. Anladim ki bu sehir gece bir masal sehrini dönüsüyor. Karl Köprüsü nde ki muhtesem heykeller canlaniyor sanki. Büyülendim..
Karl Köprüsü Prag

Karl Köprüsü Heykeller Prag
Ve büyülenmis, iyi ki gelmisim hissiyatiyla otele döndüm. En az on saat yürümüs  biri olarak hemen uykuya daldim. Ertesi gün hem Nazim in Kafesini, hem Kafka nin müzesini gezecektim. Bir de Astronomik Saat i görecektim tabii ki. Onlara ayri bir yazi gerek :) Görüsmek üzere..

Hiç yorum yok:

Altindan sehir Viyana Gezi Öyküsü

Wiener Karlskirche / Karl Kilisesi Viyana Viyana neden altindan bir sehirdi ? Kiliselerinin altindan süslemeleri bende Viyana ...